No Country for Old….. Hadi ordan!
Yakın bir zamanda, yani 2 gün önce, kız arkadaşımın babaannesine yemeğe gittim. Bu ilk tanışmamız olduğundan hem babaannesi hem de kız arkadaşım biraz gergindi başlarda ama sonra onlar da açıldı. Ben pek gergin değildim ama dikkatli olduğumu söyleyebilirim. Düşünün ki, hiç tanımadığınız birinin evine gidiyorsunuz ve bu kişi size birsürü hazırlık yapmış; mahcup olma korkunuz olur birazcıkta olsa.
5 saatlik ziyaretimin yazı başlığım ile ilgili olan kısmına gelmeden önce babaannenin yaptığı yemekleri saymadan geçemeyeceğim keza ertesi gün öğlen yemeğini bile geç yememe rağmen çok açlık hissetmedim. İlk önce mantı ile başladık. Aslında bence bu başlı başına bir yemek olabilirdi. Sonra pilav ve tavuk geldi (sevdiğim 3 yemeği yedim yani 🙂 ). Sonra arada hani yersek diye nohut yemeği de masadaydı. Tabii salata, turşu da bu sofraya renk katıyordu. Sonra ben tam bitti derken, çayla beraber börek geldi. Arından da tatlılar geldi. Gitmeden önce biz bir şeyler almıştık ama babaannesi de kabak tatlısı yapmış. Bunun üzerine de baya bir espri döndü 🙂 Ama şuana kadar yediğim en güzel tatlılardan biriydi, hatta dışarıdan aldıklarımızdan bile iyiydi. Sonra tabi ilerleyen saatlerde meyve geldi, bir ara çikolatanın da tadına baktım ama o kısımda gözlerim kararmış artık hayal meyal…. 🙂
Şimdi konumuza geri dönelim. Yaşlı insanlarla konuşmayı çok severim. Muhabbet etmek, onların duygularını hissetmek. Birçoğu da çok iyi anlatıcıdır; takvimin yaprakları ilerledikçe kendilerine özgü bir anlatım tarzları oluşmuştur.
İlk sohbetimiz tabi ki biraz birbirimizi tanımaya yönelikti. Bu vesile ile çocukluk, ilk okul, orta okul, lise ve birazda üniversiteden konuştuk. Ama tabi sorgu havasında değil de daha çok hikayelerle. Gençlik anıları, yaşadıkları, başından geçen olaylar.
O kadar geniş kapsamlı bir 5 saat geçirdik ki, gece bittiğinde kendimi bilgilenmiş ve mutlu hissettim. Babaannesi, dedesi hakkındaki hikayeleri, daha o zaman elektrik bile yokken evlerde yaşanan olayları dinlemek gerçekten çok ilginçti. O dönemlerin kadına bakışını, yaşadığı sıkıntılar ve çözümlerini dinledim. Hayatında kimlerin ona yol gösterdiğini ve kimlerin hayatına şekil verdiğini anlattı. Bu hikayeleri buradan anlatmayı çok isterdim ama özel olabileceklerini düşündüğümden bunu yapamıyorum.
Hayatınıza her zaman çıkmaz böyle insanlar. İnsanın, her şeyden önce insan olmasına önem veren, haksızlığa gelemeyen ve eşitlikten yana olan, ülkemizin bu siyasal çalkantılı dönemlerinde Tayyeap ile dalga geçebilen insan bulmak gerçekten zordur. Her ne kadar ben de ailemde aksini görmesem de, yani babaannem ve anneannemle aynı kişiyi görsem de, tüm yaşlılar böyle değil…
Hani bazen biri karşımıza çıkar ve ‘Allah bunun çocuklaarına sabır versin’ deriz ya, işte öyle insanları oldum olası sevmem. Kendini gereksiz yere övmeye çalışan, kaypak kaypak konuşan, yaşına göre davranmayan, yalaka insanları sevmem ki bu insanlar bir de yaşlıysa hiç haz etmem. Genç olsalar 1 2 laf eder, biraz sözünü keser susturursunuz ama yaşlı olunca bunu yapamıyorsunuz maalesef saygıdan dolayı ve bazen çok saçma muhabbetler yaptıkklarında katlanmak zorunda kalıyorsunuz.
Beni bilen bilir, çok fazla dindar biri değilimdir. İnanırım ama neye inandığımı çok fazla insan bilmez yakın çevrem dışında. Haksızlığa gelemem ve bu sebeple dinin insanları kontrol etmek için kullanlmasına da karşı çıkar bazen anti-dindar olarak gözükürüm. Halbuki tek amacım anti-dinciliktir. Dini inanç olarak değil de iş olarak görenlerle hiçbir zaman aynı ortamda bulunmam, bulunsam da 3 kelimeden fazla konuşmam. Sahtekar, dolandırıcı, ‘şerefsiz’ adamla işim olmaz. Zamanında çok dindar arkadaşlarım da olmuştur, ama hemen hemen hepsi, inancın insanın özeli olduğunu düşünür.
Buradan şuraya gelmek istiyorum. Ben o akşam dindar biri ile aynı sofrada yemek yedim, 5 saat muhabbet ettim ama 1 saniye bile dindarlığını hikayeleri haricinde yüzüme vurduğunu görmedim. Aynı benim ailemdeki yaşlılar gibi. İnsanı önce insan olduğu için sevenlerden.
Dinden laf açılmışken, ‘double king chic….pardon double müslüman’ Tayyeap ile ilgili bir fıkra anlatayım. Kız arkadaşım o gece anlattı ve birkaç dakika güldük.
Mevlana ile Tayyeap karşılaşmışlar,
Mevlana: Sen gelme…
O anlattı, o anlattıkça ben o devirleri yaşadım. Şu anda içimden takrar yaşadım demek geldi. Eski zamanları o kadar çok seviyorum ki, şu anda bu blog’u yazmak yerine bir gezi günlüğü de yaşabilirdim. Evet teknoloji çok güzel ama teknolojini çok hızlı değişmesi gibi, insanlar da artık çok hızlı değişiyorlar ve ben bazen ayak uydurmadığımı hissediyorum.
Çok güzel ve her açıdan doyurucu bir akşamın ardından kağıdan tam çıkarken dediği şeyler beni hem sevindirdi, hem de gözümde yücelmesini sağladı.
Umarım en kıza zamanda bir kere daha görme fırsatı bulabilirim. Ama ondan önce benim anneannemi, dedemi, dayımları, teyzemleri de görmeye gitmem lazım. Keza çok ayıp oldu onlara ama bu tempo ile çalışmak bu gibi aktiviteleri ertelemenize sebep oluyor. Umarım buna da en kısa zamanda fırsat bulurum. Tabi İstanbul’un da bana izin vermesi lazım. Çok sağlam yapmur ve fırtına var. Bu havalarda dışarı çıkmak hiç istemiyorum.
Neyse, bence yaşlı insanlarla muhabbet etmek bazen kendi yaşıtlarımdan bile daha fazla zevk veriyor bana. Hele ki 90 ve sornasında doğan, garip botlu, aynı saç şekilli ve sanki dünyanın bilgisi varmışçasına tavırlı arkadaşlarla ben hiç anlaşamıyorum. Dediklerinde hiçbir şey anlamıyorum 🙂
Son Yorumler